6.8.14

Alıntılar: Grinin Elli Tonu || E. L. James




Bu postu aslında geçen haftalarda yayına sokmayı planlıyordum ama ne yazık ki -her zamanki gibi- planlarım bir şekilde bozuldu. Geçenlerde heyecanla, ölümüne heyecanla beklediğimiz fragman yayınlandı. Herkes gibi ÜKG kızları olarak bizde yerlerimizde duramadık. Fragman ha çıktı ha çıkacak derken soluğumuz kesildi. Sonuç olarak fragmanı izledikten sonraki halimiz dumandı :D Ve inanın kaç milyon kez tekrar izledim hatırlamıyorum. İşin ucunu kaçırdım resmen. Telefona indirdim ve aklıma geldikçe açıp açıp izliyorum hala ihihih Fragmanı izledikten sonra tabii hemen kitaba sarıldım. Aslında filmin çekim aşamalarında gelen fotoğraflardan sonra kitabı bir daha okumak istemiştim ama okul, gezme tozma derken kaldı öyle. Ama iyi ki tekrar okudum. Çünkü belli şeyleri unutmuşum ve hatırlamak iyi oldu. Ama en güzeli de Christian’ı yeniden görmek oldu *burada koca bir ayh çeker* Neyse kısa kesiyorum ve kitaptan sevdiğim alıntılara geçiyorum umarım postun sonunda aramızda olursunuz :D 




“Haydi, seni eve götüreyim,” diye mırıldandı. 
“Kate’e haber vermem gerek.” 
İşte yine kollarının arasındaydım. 
“Ona kardeşim haber verebilir.” 
“Ne?” 
“Kardeşim Elliot, Bayan Kavanagh’la konuşuyor.” 
“Ah.” Anlayamıyordum. 
“Sen aradığında yanımdaydı.” 
“Seattle’da mı?” Kafam karışmıştı. 
“Hayır, ben Heathman’da kalıyorum.” 
Hala mı? Neden? 
“Beni nasıl buldun?” 
“Cep telefonunun izini sürdüm, Anastasia.” 





Kapım vuruldu. Yüreğim ağzıma gelmişti ve sesimi bulamıyordum. Yine de kapıyı açıp içeri girdi. Lanet olsun spor yapmıştı. Kalçalarından düşecek gibi duran gri bir eşofman altı ve saçları terden rengi koyulaşmış gri, kolsuz bir tişört giymişti. Christian Grey’in teri kavramı bana tuhaf şeyler yapıyordu. Derin bir nefes alıp gözlerimi yumdum. Kendimi iki yaşında gibi hissediyordum: Gözlerimi yumarsam, gerçekte orada olmazdım.



“Dün gece yemek yedin mi?” Ses tonu suçlayıcıydı. Kafamı salladım. Bu kez ne tür bir büyük kural ihlali yapmıştım acaba? Çenesi kasılsa da yüzü ifadesizliğini koruyordu. “Bir şeyler yemelisin. O kadar kötü olman bu yüzdendi. Dürüst olmak gerekirse, içki içmenin bir numaralı kuralı bir şeyler yemektir.” Elini saçlarının arasından geçirdi. Nedeninin çileden çıkması olduğunu biliyordum.
“Beni azarlamaya devam edecek misin?”
“Yaptığım bu mu?”
“Sanırım.”
“Seni sadece azarladığım için şanslısın.”


“O kitapları bana neden gönderdin, Christian?”
Sesim yumuşaktı. Çatal bıçağını bıraktı ve bana dikkatle, gözleri anlaşılmaz bir duyguyla parlayarak baktı. Lanet olsun. Dilim damağım kurumuştu.
“Pekala, o bisikletli seni az kalsın eziyordu ve seni kollarımın arasında tutarken ve sen bana, ‘Öp beni, öp beni Christian,’ dercesine bakarken…” Elini saçlarının arasından geçirdi. “Anastasia, ben kalpler ve çiçekler tarzı bir adam değilim. Romantizmle işim olmaz. Zevklerim farklıdır. Benden uzak durmalısın.” Yenilgiyi kabul eder gibi gözlerini yumdu. “Yine de senden uzak durmamı imkansız kılan bir şey var. Ama sanırım, bunu çoktan anlamışsındır.”
“O zaman durma,” diye fısıldadım.
Gözleri irileşerek iç geçirdi. “Sen ne dediğini bilmiyorsun.”


Esrarengiz bir sesle, “O dudağı ısırmak isterdim,” diye fısıldadı. 
Alt dudağımı dişlemekte olduğumdan tamamen habersiz, iç geçirdim ve ağzım aralandı. 
“Neden ısırmıyorsun? diye usulca meydan okudum. 
“Çünkü sana elimi sürmeyeceğim, Anastasia. Yazılı rızanı alana dek, sana dokunmayacağım.


Koridorda sessizce ilerleyip asansöre doğru yürüdük. Beklerken, ona kirpiklerimin arasından kaçamak bir bakış attım ve o da gözünün ucuyla bana baktı. Gülümsedim, onun da dudakları büküldü.

Asansör geldi, bindik. Yalnızdık. Birden, açıklanamaz bir nedenden, büyük olasılıkla bu kadar dar bir alanda yakın olmamızdan dolayı, aramızdaki hava değişti; elektrik ve heyecan verici bir beklentiyle doldu. Kalbim deli gibi atarken nefesim sıklaştı. Kafasını kısmen bana doğru çevirdiğinde, gözleri abanoz koyuluğundaydı. Dudağımı ısırdım.

“Ah, evrak işlerinin canı cehenneme,” diye inledi. Üzerime atıldı ve beni asansörün duvarına itti. Ben daha ne olduğunu anlamadan, iki elimi mengene misali tutuşuyla başımın üstünde birleştirdi ve beni kalçalarını kullanarak duvara çiviledi. Lanet olsun. Diğer eliyle saçımı yakalayıp aşağı çekerek yüzümü havaya kaldırdı. Ve sonra dudakları, dudaklarımdaydı. Acı verici bir yanı yoktu. Ağzının içine doğru inleyerek diline yer açtım. Bunun üzerine ustalıkla, diliyle ağzımı keşfe koyuldu. Hiç böyle öpülmemiştim.

Kesik kesik kelimelerle, “Sen. O. Kadar. Tatlısın ki,” diye mırıldandı.

Asansör durdu. Kapılar açıldı ve göz açıp kapayana dek, benden uzaklaşarak beni havada asılı halde bıraktı. Bana bakarak, “Dişlerini fırçalamışsın,” dedi.
“Senin fırçanı kullandım.”
Dudakları yarım bir gülümseme ile büküldü.
“Ah, Anastasia Steele. Ben seninle ne yapacağım?”





“Bunu yapmak isteyecek kadın bulmak kolay mı?”
Bana tek kaşını kaldırdı. Kuru bir sesle, “Şaşırırsın,” dedi.
“O zaman neden ben? Gerçekten anlamıyorum.”
“Anastasia, sana söyledim. Sende bir şey var. Seni kendi haline bırakamıyorum.” Alaycı bir gülümseme ile, “Aleve uçan pervane gibiyim,” dedi. Sesi boğuklaşmıştı. “Seni çok fena istiyorum, özellikle şu anda, yine dudağını ısırırken.”




“Ah, lütfen,” diye yalvardım.
Daha fazlasını kaldırabileceğimden emin değildim. Bedenim öylesine gerilmişti ki gevşemek için kıvranıyordu.
“Canın yansın istiyorum, bebeğim,” diye mırıldandı ve tatlı, aheste işkencesini sürdürdü.
“Yarın, her kıpırdayışında, orada olduğumu hatırlamanı istiyorum. Sadece benim. Sen benimsin.”



Usulca, “Biliyorsun, Anastasia, bu benim için de bir ilkler hafta sonu oldu,” dedi.
“Öyle mi?”
“Kimseyle birlikte uyumamış, kendi yatağımda seks yapmamış ve hiçbir kızı Charlie Tango’yla uçurmamış, hiçbir kadını annemle tanıştırmamıştım. Bana ne yapıyorsun böyle?”






“Yapma,” diye mırıldandı ve beni usulca öptü.
Yumuşacık, gri gözlerine bakarak, “Sana dokunulmasından neden hoşlanmıyorsun?” diye fısıldadım.
“Çünkü içimde bombokluğun elli farklı tonu var Anastasia.”








“Amacımız zevk vermek, Bayan Steele.” 










“Senin için yapıyorum, Christian çünkü buna ihtiyacın var. Benim yok. Dün gece canımı
yakmadın. Farklı bir bağlamdaydı ve bunu içsel olarak bir mantığa dayandırabiliyor, sana güveniyorum. Ama beni cezalandırmak istediğinde, canımı yakmandan endişe duyuyorum.” 
Gözleri kasırga misali karardı. Usulca cevap vermeden önce bekledi, bekledi, bekledi… 
“Canını yakmak istiyorum. Ama kaldırabileceğinin ötesinde değil.” 
“Neden?” 
Elini saçlarının arasından geçirdi ve omuz silkti.
“İhtiyacım var, o kadar.” 
Durdu ve bana sıkıntıyla bakarak gözlerini yumup başını salladı. 
“Sana anlatamam,” diye fısıldadı. “Anlatamaz mısın, anlatmaz mısın?” 
“Anlatmam.” 
“Yani nedenini biliyorsun.” 
“Evet.” 
“Ama bana söylemeyeceksin.” 
“Söylersem bu odadan koşarak kaçarsın ve asla dönmek istemezsin.” 
Bana temkinli bir ifadeyle bakıyordu. “Bu riski alamam, Ana.” 
“Kalmamı mı istiyorsun?” 
“Tahmin edemeyeceğin kadar. Seni kaybetmeye dayanamam.” 


Ve son olarak fragman ile baş başa bırakıyorum sizleri ;)











Orijinal adı: Fifty Shades Of Grey
Yazarı: E. L. James
Yayınevi: Pegasus Yayınları





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder